NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
13 - (386) حدثنا
محمد بن رمح.
أخبرنا الليث
عن الحكيم بن
عبدالله بن
قيس القرشي. ح
وحدثنا قتيبة
بن سعيد.
حدثنا ليث عن
الحكيم بن
عبدالله، عن
عامر بن سعد
بن أبي وقاص،
عن سعد بن أبي
وقاص، عن رسول
الله صلى الله
عليه وسلم؛
أنه قال:
من
قال حين يسمع
المؤذن: أشهد
أن لا إله إلا
الله وحده لا
شريك له. وأن
محمدا عبده
ورسوله. رضيت
بالله ربا
وبمحمد رسولا
وبالإسلام
دينا. غفر له
ذنبه".
قال
ابن رمح في
روايته "من
قال، حين يسمع
المؤذن: وأنا
أشهد" ولم
يذكر قتيبة
قوله: وأنا.
{13}
Bize Muhammed b. Rumh
rivayet etti. (Dediki): Bize Leys, Hukeym b. Abdillah b. Kays el-Kureşî'den
naklen haber verdi. H.
Bize Kuteybetu'bni» Said
dahî rivayet etti (Dediki): Bize Leys, Hukeym b. Abdillah'dan, o da Âmir b.
Sâ'd b. Ebi Vakkas'dan, o da Sa'd b. Ebi Vakkas'dan, o da
Resulullah (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet ettiki: Şöyle
buyurmuşlar:
«Her kim müezzini
işittiği vakit
[Eşhedu en la ilahe
illallahu vahdehu la şerike leh ve enne Muhammeden Abduhu ve Resuluhu rediytu
billahi Rabben ve bi Muhammedin Resulen ve bi islami dinen ] derse günâhı afolunur.
İbni Rumh kendi
rivayetinde: «Herkim müezzini işittiği zaman» «ve ena eşhedu velem yezkur »
derse» dedi. Kuteybe ise «ve ena »
dediğini söylemedi.
İzah:
Hadîs-i Şerîf müezzin
kelime-i şahadeti okuduğu zaman dinleyenlerinde duasını okumalarının müstahab
olduğuna delildir. Görülüyor ki müezzini can kulağıyla dinleyerek onun
okuduklarını ta'rif edildiği vecihle tekrarlamak kulun günahlarının affına
sebeptir. Bu hususda Kaadî Iyâz (Rahimehullah) şunları söylemiştir. «Malumun
olsun ki; ezan îman akidesini cem etmiştir. Ezan, İmanın iki nev'ine de yani
hem akliyata, hem sem'iyyata şâmildir. Ezanın evveli Allah'ın zâtını ve lâyık
olduğu kemâl sıfatlarını zıtlardan münezzehîyyetini ispat eder. Bu isbât
«Allahu Ekber» lâfzıylâdır. Mezkur lâfız pek kısa olmakla beraber bu
söylediklerimize delâlet eder. Ondan sonra ezan Allah'ın birliğini, şeriki
olmadığını tasrih eder ki her dînî vazifenin başında gelen îman ve tevhid'in
esası budur; Daha sonra Nebiliği ve bizim Nebimiz Muhammed (Sallallahu Aleyhi
ve Sellem)'e şehâdeti ifâde eder. Allah'ın birliğine şahadetten sonra bu da
büyük bir kaidedir. Yeri de tevhid'den sonradır. Çünkü Nübüvvet meselesi vuku'u
caiz fiillerdendir. Öteki Mukaddimeler ise vâcibat kabilindendir. Bu
kaidelerden sonra Allah hakkında vâcib, müstehil ve caiz olan bütün aklî
akideler tekemmül etmiş bulunuyor. Bundan sonra ezan, kulları ibâdetlere davet
eder. Namaza Nübüvveti ispattan sonra davet etmesi onun vücubu aklen değil Nebi
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından bildirildiği içindir. Bundan sonra
ezan felaha davet eder. Felah (Kurtuluş) daimî nimetler içersinde ebedî hayat
demektir. Bu cümle Öldükten sonra dirilmek ve ceza görmek gibi âhiret umurunu
bildirmektedir ki islâm akidelerinin en son mevzu'u budur. Bütün bunlar namaza
başlandığını bildirmek için ikâmette de tekrar edilir. Bu tekrar îmanın
te'kidini ifade eder. Ta ki; namaz kılan kimse bu ibâdete başlarken kalbi ve
lisaniyle şahadet ve îman basireti ile girsin de başladığı işin yüceliğini,
ibadet ettiği Allah'ın hakkının büyüklüğünü, sevabının bolluğunu düşünsün...»